AION - Tıkla oyna


Kullanıcı Adı:
şifre:
şifreyi Anımsa
şifrenizi mi unuttunuz?     ÜYE OL

 Tüm Forumlar
 FRP - RPG
 FRP & RPG Genel
 Hikayelerimizi buraya yazalım beyler

Not: Bir yanıt gönderebilmek için kayıtlı olmalısınız.
Kayıt olmak için, burayı tıklayın!

Ekran boyutu:
Kullanıcı Adı:
şifre:
Biçem Modu:
Biçem: KoyuıtalikAltı ÇiziliÜstü Çizili Sola YaslaOrtalaSağa Yasla Yatay Çızgi Bağlantı EkleE-Posta EkleResim Ekle Kod EkleAlıntı EkleListe Ekle
   
Mesaj:

HTML KAPALI
Forum Kodu AÇIK
Smiley'ler (Yüz ifadeleri)
Gülümseme [:)] Büyük Gülümseme [:D] Karizmatik [8D] Utanmış [:I]
Dil [:P] Kötü [):] Göz Kırpma [;)] Palyaço [:o)]
Korsan [B)] 8 Nolu Top [8] Üzüntülü [:(] Utangaç [8)]
şaşırmış [:0] Kızgın [:(!] Ölmüş [xx(] Uykulu [|)]
Öpücük [:X] Onaylayan [^] Onaylamayan [V] Soru [?]

  İmzanızın eklenmesi için seçiniz.
Bu konuya abone ol.
    

K O N U      ı N C E L E M E
Cyporos_Moonlight İletim - 08/07/2005 : 11:53:44
Dediim gibi herkes hikayesini buraya yazarsa daha ii bi birliktelik olur die düşündüm.Tartışmalarımızı da dier topicte yaparız.Bu arada slmlar GrayFox(whiteraistlin).Seni burda da buldum ben Holy Umarım okursun msjımı...
5   S O N      Y A N I T L A R    (En Son İleti ılk Sırada)
sacitkemal İletim - 18/01/2009 : 16:08:15
metallc whıte hıkayelerın cıdden cok guzel bnce dn bunları www.frpnet.net ısımlı sıteye koymalısın ordada hıkayeler sunuluyo we snınkınde sunulacagıdan emınım
Lafbilir İletim - 05/08/2005 : 19:09:16
Bence çok iyi.Hatta mükemmel denilebilir...

Aslında hep beraber msn'de buluşup bu konuları tartışabiliriz ve hikayelerimizi karşılaştırıp hatalarımızı bulabiliriz.Böylece kendimizi geliştirebiliriz.
mehmet__baloglu@hotmail.com(ara çizgi iki tane dikkat edin)

metallic_white İletim - 11/07/2005 : 15:40:17
ORMANDAKİ SESSİZ SEREMONİ -3-

Uyandı..... O an olanları sadece ve sadece bu kadarı ifade edebiliyordu çünkü. Yaşadıklarına tezatla ne bir rüya görmüştü; ne de grotesk, tuhaf birşeyler yaşamıştı uyurken. Ama şu anda görmekte olduğu şeylerde bir tuhaflık olduğu olabildiğine açıktı. Çünkü uyanınca karşısında görmeyi beklediği bir çift mavi göz yerine, henüz ekimden yeni çıkan karanlık ve yaşlı ağaçların üzerinde duran; solmuş, sararmış yaprakları ve devasa ağaç gövdelerini görünce şaşkınlığını üzerinden atamadı..

İyi de nasıl olabilirdi ki? Rüya içinde rüya görme fikri çok anlamsızdı kendince; ta ki o zamana kadar.. Ama birşeyi unuttuğunun farkına vardı, henüz sadece gözlerini açmıştı! Tahmin ettiği şeyin olmasını; ayağa kalkıp arkasını döndüğünde o yaşlı oduncunun orada olmasını o kadar büyük bir arzuyla istedi ki, belki de hayatında dilediği en önemli ve içten olanı olarak görebilirdi bu dileğini. Tüm gücüyle kendini ayağa kalkabilmek için zorlasa da; nafile... Henüz olduğu yerden kalkmayı başaracak kadar bile gücünün olmadığını sezince, "Acaba ne kadardır yatıyorum!?" sorusu takıldı aklına... Yaşlının adını düşünmeye çalıştı bir an için, fakat herşey karmakarışıktı, çıkamayacaktı içinden.. Ne oldu ki; tam o sırada ağaçların arasından kaçarcasına yeryüzüne düşen pırıl pırıl güneş ışınlarının bir nesneye -ya da varlığa- çarpıp; gölge oluşturduğunu, bu gölgenin de tam o anda üzerine doğru geldiğini gördü! Şimdi ne konuşabiliyor, ne de olanları anlayabiliyordu... Adeta gelen şeye hemen kendini teslim etmeyi istiyor ve sabırsızlanıyordu. Gölgenin büyüklüğü, yavaş fakat emin adımlarla yaklaşışı; adamı daha sessiz kıldı ve sadece beklemeye yöneltti. Dev gölge yaklaştıkça küçüldü, küçüldü ve..............

"Ohohohoh! Evlat ne zaman uyandın sen? Gözlerin açıldı değil mi? Ahhh bu mevsimin ağaçları hüzünleriyle tüm insan doğasını kendine çeker... Öyle alımlı ve gururlu bir tavır takınırlar ki, derin yaslarını bu sararmış yaprakları ile gizlemeye çalışırlar. Oysa kanayan yere tampon da bassan; o kan damarda durmaz! (...) Neyse canım, seni de böyle sıkıyorum. Ee kendini nasıl hissediyorsun bakalım; sana bu ağaçların ve temiz havanın biraz huzur verebileceğini düşündüm ve buraya getirdim.."
"He-henüz doğrulamıyorum.. Ne kadardır uyuyorum?"
"Evlat; bunu hiç sormayacaksın sandım... Tam 2 gündür aralıksız bir uykudasın -yemeden, içmeden-."

Gerçekten de yaşadığı şaşkınlıktan dolayı ağzındaki acayip kuruluğun farkına varamamıştı adam. Şimdi hatırlatılmasıyla birlikte midesinin açlık ve susuzluktan ne derece yandığını; damaklarının da birbirine yapıştığını hissetti..

"Su !?"
"Ahahaha, peki al bakalım.."

Matarasını çıkardı büyük çantasından oduncu Radeck. Genç adama uzatırken gerçekten bir yardımsever olduğu gözlerinden okunuyor gibiydi; fakat çocukta herkese karşı bir güvensizlik doğmuştu başından geçenlerden sonra...

"Al bakalım, bu suyun normal görünüşüne aldanmayasın. Dağların eşsiz kaynaklarından fışkıran mücevherdir bu su... İçtiğinde, hissettirdiklerinden anlayacaksın zaten."

Gerçektende içtikten sonra kendini çok daha güçlü hissetmeye başladı genç adam. Hatta ayağa kalkabilecek gücü bulabilmişti artık! Son bir hamleyle ayağa kalktı ve Radeck'e döndü:

"Dönüş yolculuğu ne zaman?"
"Başladı bile! Kızımın leziz yemekleri sana iki günün acısını çıkarttıracak!"

Dönüş yolunda mümkün olduğunca birşey düşünmemeye hatta ve hatta herşeyi akışına bırakmaya dikkat etti genç adam Radeck'in aksine.. Fakat oduncunun kafasında bazı kurtların dolaştığı; yürüyüşünden ve yolun uzadıkça bitmeyen karanlığından sezilir hale gelmişti...

-----

İşte bu kadarlık bir bölümünü yazmıştım, kimbilir belki içimden gelirse ileride devam ettirip burada paylaşırım .
metallic_white İletim - 11/07/2005 : 15:38:13
ORMANDAKİ SESSİZ SEREMONİ -2-

Düşünceler... Hepsi birbirine girmişti artık, midesi bulanıyordu.. Zaten kafası da öyle bir karışmıştı ki daha fazla dayanamayıp midesindeki birkaç alabalığı ulu ağaçların dibine boşalttı. "Ohhh.." dedi kendi kendine, hiç olmazsa midesindeki ağırlık kalkmıştı. Peki beynini yoran ağırlık için napmalıydı?

Sanki evine dönmek hiç birşey ifade etmiyordu artık! Yeter ki bir anlam çıkarabilsin bütün bunlardan.. Ayakları hangi yöne isterse o yöne çekiyordu adamı. İtiraz etmiyordu; hatta önemsemiyordu bile.. Fakat bu umursamazlığını günün iyice çekilmeye başlayan kızıl-siyah yüzü bozmaya çalışıyordu. İsteksizce bir ağacın dibine çöktü. Kendine yavaş yavaş gelmeye başlamış olsa gerek; korku ve adrenalinin tadını iyiden iyiye hisseder olmuştu. Umutsuzluk artık mesaisinin bittiğini anlayarak yerini gecenin zifiri karanlığına birakmaya başlamıştı. Geceyi bir ormanda geçirmekten daha tehlikeli ne olabilirdi acaba? Ya zehirini tattırmak isteyecek bir yılanın hışmına uğrardı; ya da oraya yolu düşecek zehirli bir böceğin... Ya da belki de soğuğun ve umutsuzluğun.. Ama sonunun hiçbir zaman iyi olmayacağından emindi. Kalkmaya yeltendi; ama nafile... Artık adım atacak gücü kalmamıştı, oturduğu yere gerisin geriye düştü. Güneş uzun çamların arasından son hüzmelerini yeryüzüne yansıtırken bu son dakikalarda mutlaka bir tepki göstermesi gerektigini biliyordu. Aniden aklına şu hançer geldi. Sahi; nereye koymuştu onu? Mırıldanaraktan "Bu kadar da unutkan olamam!" dedi. Kısa süren bir arayıştan sonra kemerine takılı hançeri gördü.

Hançeri eline aldı, fakat almasıyla yere bırakması bir oldu.. Üzerindeki kan hala duruyordu hatta ilk aktığı halinden hiçbir sıcaklığını kaybetmemiş bir halde! "Tanrım! Tüm bunlar bir rüya olmali!! Niye uyanamıyorum artık!?"

Haykırmak istese de yapamıyordu. Birden hiç birşey yokmuşcasına hışımla hançeri aldı ve gömleğinin iç kısmıyla silmeye kalkıştı koyu kanı. Beyaz gömleğin renginin kırmızıya dönmesine rağmen, sanki kanayan şey hançer gibiydi.. Sildikçe kın ve bıçağın üzerinde yenisi oluşuyor, sildikçe parlak taşların üstüne bir zerre bile kan bulaşmıyordu. Hançeri tekrar yere firlattı ve sessizce ağlamaya başladı.. Bu; o günden hatırladığı son şeydi........

"Yine de hançeri geri almalıyım! Tek yolu o hançer, biliyorsun! Sanırım yine yardımın gerekecek.."
"Hep senin yaninda oldum, ne zaman bunu yaptiysam istediğimi alamadım senden! Bir şeytanın tutkusu tahmin edemeyeceğin büyüklüktedir."
"O zaman bunu anlayabilmemi kolaylaştırman için tutkunun ne denli yüce olduğunu yine ispatlayabilirsin! Bunu yapacağını biliyorum..."
"Bu sefer değil! Teklifimin reddi, bana kimsenin yapamayacağı bir saygısızlık gibidir. Önce bana vermen gereken geçmiş borçların var. Ya onların teslimi, ya da sana kolay gelsin. Ama unutma; eğer borcumu alamazsam tüm yetenek, yetkilerimi kullanır ve sana sürekli tökez olan bir gölge olurum Lilith!"
"Bu akşam büyük odam da olacağım... Gel ve istediğin tüm borcu al!"
"Sözünü hatırlayacağım..."

"AAAAAAAAAHHHHHHH!!!"

Aniden gözlerini açtı, içinde olduğu durumun ve yerin farkında olmaksızın. Etrafına bakındığında gördüğü ilk şey hafiften yanarak son közlerini tüketmeye çalışan bir şömine, bir çift güzel mavi göz ve kapalı, ahşaptan bir odaydı.

"Beyim? Siz iyi misiniz?" dedi tedirginlikle mavi gözlerin sahibi.
"Neredeyim? HANÇER! O nerede? Siz kimsiniz? Napıyorum ben burada?"
"Sadece rahatlayin beyim... Babam sizi gece avında; ağaç altında baygın yatarken bulmuş. Çok şanslısınız. Ben Linie. Ya sizin beyim? Bir isminiz var değil mi?"
"Şey.. Ben... Ben.. Hatırlayamıyorum!?"
"Dinlenmelisiniz.. Lütfen kendinizi yormayın; burada evinizdeymişcesine rahat olun. Sizi daha fazla yormasam iyi olacak. Rahatladığınızda konuşmamıza devam ederiz belki. İyi istirahatler beyim..."
"Şey.. Tamam..."

Böylelikle mavi gözlü odayı terketti. Çok şaşırmıştı adam. Herşey ne kadar da çabuk gelişti böyle diye sorup durdu kendi kendine... Daha dün akşam huzur dolu evinde arkadaşlarıyla dama oynarken yaşadığı sevinci sanki şu an yaşıyormuşcasına aklından geçirdi. Peki ama gördüğü rüya ve anıdaki kişiler kimlerdi? Birisi şeytan olmalıydı; tabi ya! Bunu kendisi söylemişti nasılsa... Fakat şeytan insan gibi bir şekle niye bürünsün ki? Hadi onu bırak o Lilith denen vahşi bir çekiciliğe sahip kadın kimdi? Tüm bu sorular aklını yerken birden hançeri hatırladı tekrar! Eğer rüyasındakiler doğruysa o hançeri kaptırmamalıydı! Peki hançer neredeydi şimdi? Linie'nin yanına, dışarıya gitmek için doğrulmaya çalıştı ama büyük bir ızdırapla yatağa kapaklandı. Bacağındaki sargılarin anca farkına varmıştı. "Herhalde sandığım gibi bir hayvanın saldırısıdır!" diye geçirdi aklından.. Bunları düşünürken kapı gıcırtısı bir nevi fon müziği gibi gelmişti, yine de hafiften irkildi:

"Genç delikanli şu an nasılmıs bakalım?"

İçeriye kirli sakallı, güneşi yıllarca sırtında taşımışcasına esmer tenli, gel-gitlerdeki denizler kadar dalgalı saçlı, ağzında tütünü olan, orta yaşlarda gibi görünen bir adam girmişti.

"Linie ile tanıştın değil mi? Ehh kendisi kızımdır; hani kızım diye demiyorum fakat o olmasaydı şu an ölmüş olurdun. Tüm sargılarını, pansumanlarını o yaptı. Seni bulmuş olmam hiç birşeye yaramazdı onun yokluğunda.. Neyse bırak şimdi bunları, kimsin? Gecenin bir vakti ne işin vardı orada? Yoksa sende bir avcı mısın?"
"Ben.. Sadece... Geziyordum......"
"Geziyor muydun!? Evlat; gezinme vakitlerine ve yerlerine daha dikkat etmelisin. Her zaman kader böyle gülmez insana, bunu unutma!"
"Beni buraya getirirken bir hançer gördünüz mü?"
"Hançer? Evlat, rüya görmüs olmayasın? Orada değil hançer; üzerinde bile hiç birşey yoktu!"

Genç bu son cümlenin tesiriyle hafiften kızarmış ve bir o kadar da şaşırmıştı. Çünkü ormandayken üzerinde giysileri olduğuna yemin bile edebilirdi! Yaşlı adam gencin utangaçlığını sezip konuyu değiştirmeye çalıştı.

"Neyse evlat benim adım Radeck. Kızımla seni yorduk epey. Uzanıp, yenilenmelisin.. Herhangi bir acil durumda dışarıda odun kesiyor olacağım; seslenmen yeterli..." Bunu dedikten sonra adam arkasına bile bakmadan dışarı çıktı.

Yapacaklarını sıraya dizmeliydi. Ama yapacak o kadar şey vardı ki! Daha tam olarak nerede olduğunu bile bilmiyordu. Muhtemelen köyüne yakın köylerden birindeydi. Peki ya hançer? Tüm bunların karmaşık düşüncesi içinde gözlerini yumup kendini uykunun sıcak kollarına bıraktı.....
metallic_white İletim - 11/07/2005 : 15:35:08
Yazdığım ilk hikaye olan Ormandaki Sessiz Seremoni'yi yazarak ilk mesajı yazan olayım diyorum ve yazıyorum (İlk olduğu için pekte başarılı olduğu söylenemez ama ilkler de unutulmaz değil mi? ).

Not: 3 Bölümünü yazmıştım, tek mesaj yaparsam iyice uzun ve karışık olacak diye 3 mesaj halinde yollayacağım...

ORMANDAKİ SESSİZ SEREMONİ -1-

Etraf, henüz yeni doğan bir zebranın çizgileri rengine bürünmüştü. Neden yaptığını bile bilmeden ayakları onu ormanın ortalarına götürmüştü. Uzun ve amaçsızca yaptığı arayıştan sonra solukları birbirine girdi ve adımları usulca yavaşladı. Büyük bir çam ağacının dikey uzunluğu kadar uzakta bir siluet belirdi. Uzun bir süre bakmasına rağmen karanlıktaki siluete hala kenetlenememişti. Yüzlerce kez gözlerini ovalaması bile sanki gözlerinin isyanını bastıramıyordu. Fakat çok çekiciydi karanlıktaki siluet. Hatta siluet de geldiği yer kadar karanlıktı ve besbelli onu çağırıyordu. Gitmeliydi! Ama yaklaşmadan önce nolurdu bir kere yakından görebilse onu. Bir kere siluet kavramından silip atabilseydi o güzel vücutlu yaratığı.. Artık vakti gelmişti korkularını, acılarını ve hüzünlerini bir kenara atıp; adımlara yüklenmenin..

Yürümeden önce aniden bir güç onu durdurdu ve nereden geldiği belli olmayan yel gibi bir anı esip geçti aklından: Çok küçüktü .. Daha insan varlığının en toy, en minik zamanlarındaydı. Ne halde olduğunu göredursun bir çift el yakaladı bu miniğin omuzundan ve bacaklarından. Ellerin dokunmasıyla, ruhuna şeytan girmişçesine ürperdi ve neredeyse ağlayacak gibi oldu. Ama görünüşe göre eller onun inleme ve ağlamasını bile dinleyemeyecek kadar karanlıkla yüklenmişti. Büyük bir hışım ve hızla bu küçük insan vücudunu kucağına alıp bir yere götürüyordu bu eller. Ama ne hikmetse küçük hiç birşey hissetmiyordu; belki de hissedemiyordu. Kimindi o eller? Nereye götürüyordu onu?

Siluete yaklaşmadan önce yaptığı bu geçmiş yolculuğunun kendisine pahalıya patlayacağından korkuyordu; çünkü siluetin çağrısı her saniye azalmaya bailamişti. Bu derin ikilem arasında kaybolurken daha fazla dayanamayıp hızla büyük bir adım aldı ama ayakları kenetlendi. O anı rüzgarı tekrar hızlanmıştı hatta bir kasırga halini almıştı:

"Getirdim! Bulacağımı defalarca söylemiştim... Şimdi o senin, bana da hakkımı ver!"

Bu sessiz monoloğu sanki miniğin kulaklarından duyar gibiydi. Onu çeken elleri; simsiyah bir pelerin el bileğine kadar örtüyordü ve bu sıkıca miniği tutan eller, bebeği hışımla tahtta oturan, kör bir erkeğe bile kafa çevirtecek kadar göz alıcı, gece yarısı denizin yaptığı karaltı kadar karanlık yüzlü, kendisini adeta bir Tanrı sanacak kadar büyük burunlu ama bir o kadar da cazibe sahibi bir kadının ayaklarının dibine fırlattı.

Bu kasırga o kadar şiddetliydi ki sanki zaman, mekan kavramları sadece kitaplarda yazılı olan saçma olgulardı. O silueti unutmuştu, acaba hala onu çağırıyor muydu? Geriye dönmesi gerekiyordu! Ama ya anıda görmesi gereken önemli birşeyler varsa? En sonunda kasırgaya izin vermesi gerektiğine inandı ve bu ufak insan yavrusunun fırlatılmanın etkisiyle karanlığa doğru kaybolan çığlıklarını dinlemeye başladı. Acısını paylasiyordu, çünkü nasılsa bu kendi anısı idi. Ama anının niye böyle bir zamanda ziyarete geldiğini ve onu bu kadar etkilediğini anlayamamıştı. Tahttaki kadın yerdeki canlının inlemelerine dayanamayarak ani bir şekilde yerinden kalkarak "Yeter!" diye tiz bir çiğlik attı. Oysa bu çığlığı bile tüm karşı cinslerini büyüleyecek kadar etkileyiciydi.

"Senden hakkımı istiyorum Lilith.. Bunu yalnız başına yapamazdın! Ayrıca sana ne kadar tutkun olduğumu da biliyorsun!"
"Şimdi seni düşünemem Mephisto; sadece git! Ödülünü daha sonra kendim vereceğim!"

Kara pelerinli yaratık bir an bile düşünmeden arkasını dönüp gidiyorken devasa binadan çıkmadan önce son bir kere Lilith'e sanki tehditkar bir bakış fırlatmaya çalışmıştı ama kadının bunu pekte farkettiği söylenemezdi.

Minik, cehennem azapları içinde yerde ağlarken, güzel kadın tahtının arkasına geçerek zümrüt ve yakup karışımından oluşmuş değerli taşlardan yapılan bir hançer çıkardı ve:

"Bu hançerin tüm taşlarını kanın örtmeli! Artık zamanı geldi. İnsanlıktan öcümü alacağım ve ölümlerin sonu gelmeyecek! Mors ut malum non sit, efficies! (Ölümün kötü birşey olmadığını anlayacaksın!)" dedikten sonra yavas ama emin adimlarla minige dogru yaklasti, yaklasti ve...........

Aniden "KÜT!" diye bir ses duydu adam. Kasırga bitmişti ve siluet çok uzaktaydı. Ama bedeninin yerin soğukluğunu çektiğini hissetti; yere düşmüştü. Ta sonunda dayanamayıp, tüm gücünle haykırdı : "NE'SİN, KİM'SİN SEN!? YANIMA GEL, LÜTFEN!...." bu cümlelerin bitiminde yerden yavaşça kalkıp ufak bir adım aldı ve ayağına sert bir maddenin çarptığını farketti; yere baktığında değerli taşlardan oluşan bir kılıçbalığının kılıcı kadar sivri ucu olan hançeri gördü.. Hançerin etrafı kanlar içindeydi, fakat kakma taşların hepsinin üstü pırıl pırıldı.. Uzaklardan kulağına hafifçe esen rüzgarı şöyle dikkatlice dinleyince rüzgarın birşeyler anlatmaya çalıştığını farketti: "Şanslıydın.. Henüz bitmedi, ama intikam gelmeni bekleyecek."

Herşey çözülmüştü. Ruhunun tamamen serbest kaldığını, kanının akışını bile kendinin yönetebildiğini farketti. İlk anda büyük bir boşluk yaşamasına rağmen evine geriye dönmek istiyordu. Ne o kadını, ne de ilk kez o gece hatırladığı hatırasını düşünecek durumda değildi. Sadece eve dönüş yolunu bulmalıydı. Yerdeki kanlı hançeri alarak kadının gittiği yerin aksi yolunda karanlığa doğru ilerlemeye başladı; gün ışıyıp evini bulabilmenin ve o cezbedici varlığı bir kez olsun tanıyabilmenin umuduyla...

0.05 Snitz Forums 2000