1998 yılında Sierra’nın üstünde iki yıl çalışıp piyasaya sürdüğü Half-Life, o yıllarda henüz pek canlanamayan oyun dünyasında bir devrim niteliğindeydi. Grafikleri, yapay zekası ve konusuyla o yılların gözde oyunlarını bile geride bıraktırmıştı. Oyun dergileri ve benzeri yayın organlarınca yılın oyunu seçilmiş, sayısız ödül ve birincilik almıştı. Yakaladığı bu başarının üstüne Sierra, aynı konuyu farklı bir açıdan anlatan, Opposing Force adında benzer bir oyun çıkardı. Bu oyunla Half-Life hala birincilik koltuğunu kaptırmamakta ısrarlıydı. Ardından Blue Shift adında bir oyun daha yapıldı. Aynı zamanda Half-Life için, gerek tek kişilik, gerekse çok oyuncu desteği sunan modlar yapıldı. Half-Life için yapılan bu modlar yüzlerce oldu. Belki farkında değiliz; ama tüm dünyada en çok oynanan multiplayer oyun unvanına sahip Counter Strike‘da bir Half-Life eklentisi idi.
Gordon Freeman, her zamanki gibi sabah kakmış, teleferiğe binip işine doğru yola koyulmuştu. Etrafı seyrederken, güvenlik önlemlerinden bahseden ve “Black Mesa’ya hoş geldiniz” diye başlayan sesi dinliyordu. Black Mesa, bir çöl üzerine kurulmuş ve oldukça gizli araştırmalar yapan dev bir araştırma laboratuarıydı. Freeman ise burada işe başlayalı fazla bir süre olmamış, henüz güvenlik önlemlerine pek alışamamıştı. Teleferik durduğunda güvenlik görevlisi kapıyı açtı. İçeri girdikten sonra etraftaki arkadaşlarıyla selamlaşıp soyunma odasından koruyucu elbisesini giydi. Test odasına doğru giderken daha önce hiç görmediği, elinde çanta olan takım elbiseli birinin, odada bir doktorla tartıştığını gördü. İçinde kötü bir his vardı. Test laboratuarının önünde bir panelin kırılmasıyla bu his giderek çoğalmıştı. Test odasına girmeden önce son talimatları da aldı. Görevi radyoaktif ışına kristali vermekti. Fakat bir şeyler yolunda gitmedi. Etraf yıkılmaya başlarken, çığlık sesleri kulakları yırtıyordu. Garip ve rengarenk ışıklar dalgalanıyor, gözlerini açtığında kendini sanki başka bir dünyada gibi hissediyordu. Sonunda her şey sustuğunda olanlara bir anlam verememişti. Her yer yıkılmış, insanların çoğu ölmüştü. Sanki bir kabustu bu olanlar. Freeman olanları öğrenmeye çalışırken, başka bir dünyadan gelen yaratıklar Black Mesa’nın her yerine dağılmıştı. Tek amacı bu cehennemden sağ çıkabilmekti. Daha da kötüsü, yaratıkları kontrol altına almak için gelen ve Black Mesa’dan hiçbir canlının sağ çıkmaması konusunda emir almış tam teçhizatlı askerlerle uğraşmak zorundaydı.
Half-Life’da geliştirilmiş Quake 2 grafik motoru kullanılmıştı. Detaylı yüzey kaplamaları, çizimleri ve karakterlerdeki poligon sayısı olarak o dönemin pek çok oyundan daha iyi grafiklere sahipti. Su ve ışık efektlerinden tutun da, patlama ve parlama gösterilerine kadar pek çok detay gerçekçi bir şekilde uygulanmıştı. Silahların ve karakterlerin hareketleri, animasyonları gerçekten de etkileyici düzeyde idi. Çok düşük sistemlerde bile sorunsuz çalışan grafik motoru çok az sorun içeriyordu.
Genelde oyunlarda müzikler ve ses efektleri birlikte duyulduğundan zamanla ne duyduğunuz ses efektlerinden bir şey anlarsınız, ne de müziklerden zevk alırsınız. Fakat Half-Life’da böyle bir sorun söz konusu değil. Çoğunlukla oyun içi seslerle birliktesiniz. Fakat önemli bir yere geldiğinizde başlayan müzikler o andaki heyecanı katlıyor. Oyun içerisindeki müzikleri duymak istiyorsanız, oyunu orijinal CD’sinden çalıştırmalısınız. Ses efektleri de küçümsenecek türde değil; farklı zeminlerde çıkan farklı ayak sesleri, yaratıkların çığlıkları, askerlerin telsiz cızırtıları, silah sesleri ve bazı yerlerde seslerin yankı yapması gibi detaylar unutulmamış. Hele ki koruyucu elbiseyi ilk giydiğimizde duyacağınız, oyun boyunca bize yardım etmeye ve bilgilendirmeye çalışan arka plandan gelen tiz ses büyüleyici bir atmosfer yaratıyor. Derin bir uçurumdan aşağı baktığınızda rüzgarın sesini bile duymanız mümkün.
website
redirect why do married men cheat on their wives