Aksiyon
Oyunun aksiyon tarafı da hiç küçümsenecek gibi değildi. İlk bölümde edindiğimiz kılıçla karşımıza çıkan nöbetçileri haklayabiliyorduk. Hatta kılıcı elimize aldığımız gibi rakibe dalmakta öte aklımızı kullanarak öldürüyorduk bu saray eşkıyalarını. Çünkü hem siz, hem de onlar kılıcı kalkan gibi kullanabiliyordu. Bazı düşmanlar öylesine ustaca kılıç kullanıyordu ki onları saf dışı edebilmek için çukura düşürme, bıçağa itme gibi teknikleri kullanıyorduk. Bunun yanında etrafa serpiştirilmiş çeşitli iksirler vardı. Kimi sağlığınızı yeniliyor kimi de sağlık puanınızı yükseltiyordu. Mavi iksirler genelde zehirli olanlarıydı. Büyük şişelerdeki iksirlerinse farklı işlevleri vardı. Biri ekranı ters döndürüyordu ki böyle bir durumun içinde çıkmak oldukça güçtü. Bir diğerini içince de çalan büyülü bir müzikle, prens yüksekten yere yavaşça iniyordu. Oyundaki en kötü bulmaca türü, zamanlı açılan kapılardı. Bazı kapılara yetişmek için hiç durmaksızın koşmanız, atlamanız ve tuzakları aşmanız gerekiyordu. Hatta yürüdüğünüz taşlar kırılmadan önce geçmeniz gereken yerler bile mevcuttu.
İnsanı nasıl tedirgin edersiniz?
Her bölüm ekranlara bölünmüş ve biz bu ekranlarda koşturuyorduk. Sonraki ekranda ne olduğunu bilemeniz için illaki o tarafa girmeniz gerekiyordu. Bu da insanı tedirgin etmeye yetiyordu. Çünkü koşarak girdiğimizde birden bire önünüze çıkan çukura düşme ya da tuzağa yakalanma ihtimalimiz vardı. Fakat çok az yerde bu çukurlar iki ekran arasında tam sınıra konulmuştu. Yoksa çabucak oyundan soğuyabilirdik. Bunun yanında zindanda bulunmanız, etraftaki iskelet yığınları fazlasıyla korku hissi veriyordu. Üstelik zaman hızla azalıyordu. Tuzaklarla ve bulmacalarla dolu odalar geçiyorduk. Hatta bir bölümde aniden canlanan ve ölmeyen iskelet tam anlamıyla aklımızı almayı başarmıştı. Tam zindandan çıktım derken, kötü yanınız tarafından tuzağa düşürülüyor ve tekrar zindanlarda koşturuyorduk. Defalarca uğraşıp geçemediğimiz noktalar, bizi oyundan soğutmak yerine daha da hırs yapmamıza neden oluyordu. Bir yandan koşturuyor, diğer taraftan da hızlı düşünmeye çalışıyorduk. Bazı yerlerde yukarı çıkar çıkmaz, daha kılıcımızı çekmeden bizi öldüren nöbetçinin arkasından nasıl dolanabileceğimizi hesaplıyorduk. Soğuk terler dökerek uğraştığımız bu bölümleri, son anda geçtiğimiz zamanlar kalp atışlarımızın hızlandığını hissedebiliyorduk ve derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışıyorduk.
Efsaneler ölmez, şekil değiştirir
Hani bazı oyunlar vardır. Her oynayışınızda farklı bir yanını keşfedersiniz ve ne kadar oynarsanız oynayın kesinlikle usanç vermez. Prince of Persia da bu tür oyunlardan biri. Hemen hemen her bölümünde yeni bir şey bulacağınız, gizli yerlerini keşfedeceğiniz bir oyun. Günümüzün teknoloji harikası oyunlarında olmayan bir şey var bu oyunda… Ne olduğunu bilmiyorum ama büyük bir sevgiyle ve hevesle hazırlanmış olmasından kaynaklanıyor galiba. Kısacası Prince of Persia anlatmakla bitirilemeyecek bir efsane ve kesinlikle bir klasik. Şimdilerde bu efsanenin şekil değiştirmiş halini oynuyorken, yazıyı hikayenin mutlu sonu ile bitirmek istiyorum:
Jaffar ölür, onun gücü de kendisiyle birlikte yok olur. Topraklar baştan başa İran halkıyla dolar. Prensesleriyle birlikte… Ve onu, karanlık güçlerden kurtaran cesur genç kimdir? Bu yabancı, çok uzak değil, bugünden sonra artık şu şekilde tanınacaktır: Prince of Persia
how many women cheat
website why are women unfaithful
cheat wife
go women love to cheat